Makale
Batı’nın Rehin Aldığı Avrupa Müslümanları (3)
Roma’nın Hz. Ä°sa Taraftarı Müslümanlara Yaptığı Zulüm ve Ä°ÅŸkenceler:
Her sahih söz, muktedirler tarafından ‘tehlikeli’ olarak görülür. Sahih söze inananlar ve onu yaÅŸayan, taşıyan, aktaranlar ise ‘bozguncular’ olarak takdim edilir. Meryem OÄŸlu Ä°sa Aleyhisselam’ın nübüvvetinde de bu durum deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. Bugün kendisine Hristiyanlık dediÄŸimiz muharref dinin ilk temsilcileri olan Müslümanlar, korkunç zulüm ve iÅŸkencelere maruz kalmışlardır.
Hz. Ä°sa Aleyhisselam tebliÄŸ faaliyetlerine Avrupa, Asya ve Avrupa’nın çakışma noktası olan Roma egemenliÄŸi altındaki Filistin topraklarında baÅŸlamıştır. Yönetilenlere yönelik ‘Allah’ın kendilerini özgürlük ve eÅŸitlik üzere deÄŸiÅŸtirmeleri gerektiÄŸini’ bildiren vahyi sesleniÅŸinin hemen ardından Yahudi muktedirler tarafından halk ve din düÅŸmanı ilan edilmiÅŸtir. Ä°ktidar sahibi Yahudiler, Hz. Ä°sa’nın tebliÄŸ faaliyetlerini önlemek için Roma otoritelerinden yardım istemiÅŸler, Hz. Ä°sa (A.S) taraftarlarını izlemek ve imha etmek üzere organizasyonlar kurmuÅŸlardır.
Meryem OÄŸlu Ä°sa’nın tebliÄŸe baÅŸladığı devre, Roma Ä°mparatorluÄŸu’nun en geniÅŸ sınırlarına ulaÅŸtığı, üç kıtaya yayıldığı bir devredir. Roma Ä°mparatorluÄŸunda imparatorların tanrılaÅŸtırılması olgusu Hz. Ä°sa taraftarı Müslümanların sempatiyle karşılanmaması için yeter sebepti. Müslümanların özgürlükçü ve eÅŸitlikçi mesajları köleci bir ekonomi politiÄŸe sahip bulunan Roma Ä°mparatorluk nizamı için tehlikeli mesajlar içermekteydi. KöleliÄŸi reddetmekte, hatta onları hür insanlarla eÅŸit saymaktaydılar. Roma Ä°mparatorluÄŸunun varoÅŸlarına sığınmak durumunda kalan Müslümanlar baÅŸta askeriye olmak üzere Ä°mparatorluk kurumları ile hiçbir ÅŸekilde iliÅŸkiye girmiyor ve Ä°mparatorluÄŸun sosyal, siyasal ve ekonomik örüntülerinden uzak duruyorlardı. Roma otoriteleri özel tapınak, dinsel ritüel, put ve kültleri olmayan, kendilerinden uzak yaÅŸayan Müslümanları, toplumsallıklarına ‘dinsiz bozguncular’ olarak tanıtmışlar onları sürekli baskı ve zulüm altında tutmuÅŸlardır.
Hz. Ä°sa taraftarları yayılmaya devam ettikçe siyasî otorite de baskı ve zulmünü arttırıyordu; idam ediliyor, arenalardaki eÄŸlencelerde vahÅŸi hayvanların önüne atılarak parçalatılıyor veya yakılıyorlardı. Defalarca tekrarlanmış bulunan toplu kıyım ve katliamların en büyüÄŸü M.S. 64 senesinde vuku bulmuÅŸtur. O sene Roma’da çıkan ve Roma’nın büyük bir kısmının kül olmasına yol açan yangının sorunluluÄŸu onlara yüklenmiÅŸti. Filistin’de dinî cemaatlerin hasmane davranışlarına, Filistin dışında da ÅŸiddetli bir takip ve kıyıma maruz kalan ve artık adına ‘Hristiyanlık’ denilen bu dinin getirdiÄŸi normlarla mevcut ahlâkî, sosyal ve kültürel yapıya aykırı bir nizam ortaya koyuyordu.
Bilhassa Roma imparatorlarının, devlet aygıtını oluÅŸturan ve toplumsallığa etki eden seçkinlerin hayat tarzında hiçbir insanî veya ahlâkî ölçü kalmamış gibiydi. Ensest tipi münasebetler, onlar için sıradan hadiseler haline gelmiÅŸti. Meselâ 37-41 yılları arasında tahta geçen Caligula lâkaplı Gaius, kız kardeÅŸlerini birer birer günahkâr yatağında kirlettikten sonra gözde dalkavuklarına ikram etmiÅŸti. Yine sarayda verdiÄŸi bir ziyafette yüksek devlet memurlarından birinin karısına kocasının gözü önünde tecavüz etmiÅŸti. Gaius’tan sonra tahta geçen Claudius da Mesalina isimli bir fahiÅŸeyle evliydi. Halbuki Kilise, her türlü evlilik dışı cinsel iliÅŸkinin, iffetsizliÄŸin, ahlaksızlığın, ÅŸehvet düÅŸkünlüÄŸünün, akraba ile cinsel iliÅŸki kurmanın, homoseksüel davranışların ve her türlü cinsel sapıklığın Allah sevgisine aykırı olduÄŸunu söylüyordu. Ä°mparator Nero’nun devrinde halk açlık ve yoksulluktan kırılırken saray eÅŸeklerinin nalları gümüÅŸten yapılıyor, bırakın Ä°mparator ve devlet aygıtının mensuplarının saray uÅŸaklarının dahi debdebeli giysilerine muazzam miktarda servetler ödeniyordu.
Hristiyanlığın Toplumsal EleÅŸtiriyi Yükseltmesi ve Hristiyanlığın Avrupa’nın Asli Unsuru Haline Gelmesi:
Roma Ä°mparatorluÄŸu III. Yüzyılda büyük bir kriz dönemine girmiÅŸti. Roma Ä°mparatorluÄŸunun devasa askeri gücünün tamamı paralı askerlerden meydana gelmiÅŸti ve bu durum, daha fazla deÄŸere el konulmasını gerektiriyordu. Askeri ve idari giderlerin finansmanı için vergiler sürekli arttırılıyor, dolaysıyla kırsal kesim hızla fakirleÅŸiyor ve kır-kent dengesi bozuluyordu. Kır-kent dengesinin bozulması kentsel orta sınıfı ortadan kaldırıyor, alt kesimler ile birlikte kırsal alanlara orta sınıf göçünü zorunlu kılıyordu. Kentlerin genel olarak fakirleÅŸmesi, kırsal üretiminin pazarlarını kaybetmesine yol açıyor, üretim düÅŸüyor, bu karşılıklı etkileÅŸim nedeniyle fakirleÅŸme Ä°mparatorluÄŸun her yerinde genel bir hal alıyordu.
Roma Ä°mparatorluÄŸunun yaslandığı merkezi idare fikri oynak ve deÄŸiÅŸebilen bir merkez fikrine evrilmesi, Roma kenti haricinde muhtelif yerlerin merkez rolünü oynamaya baÅŸlaması, Ordudaki komutanlıkların Romalı olmayan ve sömürge eyaletlerindeki yerel unsurlara açılması, süreç içerisinde yerel derebeyliklerin oluÅŸumuna neden olmuÅŸtu. Hem yerel hem de Roma asıllı askerlerin üretici kesimlere yükledikleri artı yükümlülükler, genel huzursuzlukların ve fakirleÅŸmenin artmasına, siyasete ilgi duyan generallerin iktidar savaÅŸlarına giriÅŸmesi ile meydana gelen yaygın iç savaÅŸlar istikrarsızlığa neden oluyordu. Roma Ä°mparatorluÄŸunun Batı sınırlarını Cermen asıllı uluslar sürekli olarak tehdit ederken Ä°mparatorluÄŸun DoÄŸu sınırları ise Sasanî tehdidi ile karşı karşıya kalıyordu.
Roma Ä°mparatorları bu durumundan kurtulmak, krizi aÅŸmak için çeÅŸitli tedbirler almışlar, fakat alınan bu tedbirler eskinin devamı noktasında pek bir iÅŸe yaramamıştı. Köklü bir deÄŸiÅŸim gerekiyordu. Hıristiyanlık bu aÅŸamada iyice yayılmış, geliÅŸmiÅŸ ve organize olmuÅŸtu. Hıristiyanlığın yaygınlaÅŸtırmaya çalıştığı evrenselci, özgürlükçü ve eÅŸitlikçi fikirleri ve özellikle taşımakta olduÄŸu ahlaki öÄŸretileri mevcut sosyal ve siyasal duruma etkili bir toplumsal eleÅŸtiri getiriyordu. Hıristiyanlık söylemlerinin ahlaki boyutu ve bu boyut üzerinden ortaya konulan eleÅŸtiri, dolaysız bir siyasal eleÅŸtiriyi de içeriyordu. Ana tema; zenginlik ve iktidar; bütün kötülüklerin anasıdır.
Yersel sevgi, göksel sevginin önüne geçtiÄŸi müddetçe yeryüzünün kan gölüne dönmesi mukadderdir diyor Aurelius Augustinus ve devam ediyor: Zengin korkular, endiÅŸeler içindedir, hoÅŸnutsuzlukla kıvranır, hasetle yanar, hiç güvenlik duymaz, her zaman huzursuzdur, düÅŸmanlarıyla sürekli çatışmaktan nefes nefese kalmıştır… Adalet ortadan kaldırılırsa, krallıklar büyük haydutluklardan baÅŸka nedir ki? Çünkü, haydut çeteleri de küçük krallıklar deÄŸil midir? Çete insanlardan kurulur, bir prensin yetkisiyle yönetilir, konfederasyon sözleÅŸmesiyle örgütlenmiÅŸtir, yaÄŸmalanan ÅŸeyler de, üstünde anlaşılan bir yasa gereÄŸince bölüÅŸülür. Dışarıda bırakılan insanların alınmasıyla, bu bela, büyük bölgeleri elinde tutacak, konutlar kuracak, ÅŸehirlere sahip çıkacak ve halklara boyun eÄŸdirecek kadar büyüyecek olursa, açıktan açığa krallık adını takınır… Nitekim, yakalanan bir korsan Büyük Ä°skender’e bu yerinde ve doÄŸru karşılığı vermiÅŸti. Kral, niçin denizi kötü niyetle tuttuÄŸunu sorunca, korsan onu gururlu bir atılganlıkla ÅŸöyle cevaplandırmıştı: “Ya sen niçin bütün dünyayı eline geçiriyorsun: Ama ben bu iÅŸi küçük bir gemiyle yaptığım için bana haydut deniyor, sen aynı iÅŸi büyük bir filoyla yapınca imparator diye anılıyorsun.
Çözüm, toplumun ve yönetsel aygıtın vaftiz edilmesiydi. Vaftiz arınmak anlamına geliyordu. Roma Ä°mparatorluÄŸunun krizi aÅŸmak için yürürlüÄŸe koyduÄŸu birçok reform, esasında kadim Roma Ä°mparatorluÄŸunu deÄŸiÅŸtiriyor, bu deÄŸiÅŸimin mümkün kıldığı yeni durumlar sosyal, siyasal ve dini baÄŸlamda ciddi hareketliliklere ve deÄŸiÅŸimlere neden oluyordu. Bu deÄŸiÅŸimin en büyük tesiri politik açıdan Roma Ä°mparatorluÄŸunun hem dini hem de politik açıdan ise Hıristiyanlığın Romanın resmi dini haline gelmesidir.
Roma Ä°mparatorluÄŸunun ilk önce DoÄŸu ve Batı olarak ikiye bölünmesi, ardından Batı Roma Ä°mparatorluÄŸunun çökmesi ile birlikte toplumsal ve toplumlar arası iliÅŸkileri düzenleyici etkili güç tarih sahnesinden çekilmiÅŸ oldu. DoÄŸu Roma Ä°mparatorluÄŸunun (Bizans) düzenleyici bir güç olarak etkili olamaması, Avrupa’nın gerilemesine, kentlerin fakirleÅŸerek yok olmasına ve yaygın bir kırlaÅŸmanın oluÅŸmasına neden olmuÅŸtur.
Kilisenin OrtaçaÄŸ boyunca hem iktidar örüntülerine hem de toplumsallıklara hükmetmesi, salt mekanik bir dinsel yayılma, pür bilinçli ve planlanmış örgütlü bir ruhban hareketi deÄŸildi. Kilisenin dünyevi olanın bu kadar içine girmesi, ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a verme’ ilkesini terk ederek düalist bir tutum dâhilinde hem dini hem de dünyevi alana da hükmetmeye çalışması, belirli bir siyasal amaç doÄŸrultusunda yürürlüÄŸe soktuÄŸu bir yönelim deÄŸildi. Kilisenin ‘seküler’ diye tanımladığı dünyevi alana olan ilgisi, Avrupa Ortaçağını oluÅŸturan ÅŸartların baskısı ile oluÅŸmuÅŸtur. Roma Ä°mparatorluÄŸunun çöküÅŸünden sonra Avrupa hızla kırsal bir yaÅŸama geri dönmüÅŸtü. Toprağın tek zenginlik kaynağı olması, topraÄŸa baÄŸlı bir sosyallik, bütün bir siyasal örgütlenmeyi ve siyasal etkileÅŸimi derinden etkiliyordu.
Toprak esaslı ekonomi politiÄŸin adı feodal sistemdi. Feodal sistem; bir bütünün parçalanması ile oluÅŸmuÅŸ, yerel ya da yerelleÅŸmiÅŸ güçlerin bölgesel iktidarı ÅŸeklinde tezahür etmiÅŸtir. Ortaçağın ekonomi politiÄŸini oluÅŸturan feodal sistem, bütünden dağılmış ya da bütünü dağıtmış unsurların, parçalı iktidar örüntüleri olarak bölgesel bir yaÅŸama alanı kurabilmeleri olarak görülebilir. Ticaretin ortadan kalkmasıyla birlikte, kentlerdeki çeÅŸitlenmiÅŸ idari birimler de ortadan kalktı. Zaten geniÅŸ yetkileri olan ruhban kesimi, böylece kent yönetiminde rakipsiz kaldılar. Bir devletin, bir idari birimin, bir iÅŸletmenin, bir topluluÄŸun iÅŸlerini yürütebilecek, okuma yazma ve hesap kitap bilen eÄŸitimli kiÅŸiler kiliseye mensuptu ve onun hiyerarÅŸisini temsil ediyorlardı.
Katolik Hıristiyanlık, topraÄŸa baÄŸlı düzene göre bir dünya görüÅŸü üretti; ‘… Kilise’nin dünya görüÅŸü, toprağın, toplumsal düzeninin biricik temeli olduÄŸu bir çağın ekonomik koÅŸullarıyla hayranlık veren bir uyum içindeydi. Toprak, Tanrı tarafından insanlara, burada, aÅŸağıda, ebedi kurtuluÅŸlarını saÄŸlamak üzere yaÅŸayabilmeleri için verilmiÅŸti. Çalışmanın amacı zengin olmak deÄŸil, fakat fani hayat ebedi hayata dönüÅŸe kadar insanların doÄŸdukları zamanki durumlarını koruyabilmelerini saÄŸlamaktı. KeÅŸiÅŸlerin dünyadan el etek çekmiÅŸ hayatları, üzerinde bütün toplumun dikkatlerini toplaması gereken bir idealdi. Zenginlik peÅŸinde koÅŸmak, tamah batağına saplanmaktı. Yoksulluk ilahi kökenliydi ve Tanrı tarafından takdir edilmiÅŸti… O yüzyıllarda, her devletin kendisine yeterli ve normal olarak kendi dünyasından ibaret olduÄŸu bir zamanda, murabahanın, ticaretin ve kâr saikiyle kâr etmenin lanetlenmesinden daha doÄŸal ne olabilirdi?’ (Henri Pirenne,(OrtaçaÄŸ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s. 22-23.)
OrtaçaÄŸ Avrupa’sının yaslanmış bulunduÄŸu bu ahlak, adına modernizm denilen ‘yeryüzü cenneti’ hayali ile tasfiye edilecektir.
(Devam Edecek)
Henüz yorum yapılmamış.